
Konumu, tarihçesi, yapının tanımı
Edirnekapı ile Eğrikapı arasında, İstanbul’un kara tarafı surlarına bitişik Bizans yapısı, Türklerin burayı Tekfur Sarayı veya (Tekfur Dağı:Tekirdağı örneğinde de olduğu gibi) halk dilinde Tekir Sarayı olarak adlandırmalarına karşılık, yabancılar genellikle, 16.yy’da Konstantin Sarayı (Palatium Constantini), sonraları Porfirogennetos Sarayı derler.Tekfur Sarayı bu adı, erken Osmanlı döneminde, Bizans imparatorları ve derebeyleri için kullanılan bir terimden almıştır.Bazı Bizans kaynaklarının 14. ve 15. yy’larda ‘’Porfirogennetos Evi’’ olarak adlandırdıkları yerin burası olduğu sanılmaktadır.Babasının hükümdarlığı sırasında dünyaya gelen prenslere verilen porfirogennetos unvanının bu saray ile olan ilgisi anlaşılamamaktadır.Bizans imparatorlarının 12. yy’dan içinde yaşadıkları Blahernai Sarayı kompleksinin en güneyde ve yüksekteki bir parçası , bir pavyonu olarak yapılan Tekfur Sarayı‘nın hangi tarihlerde ve kim tarafından inşa ettirildiği bilinmez. İmparator VII. Konstantinos’un da lakabının Porfirogennetos olduğu düşünülerek önceleri bu binanın onun tarafından yaptırılmış olabileceği ileri sürülmüştür.Gerçekten VII. Konstantinos ‘un oğlu Romanos için ‘’aşırı derecede muhteşem’’ bir saray ,inşa
Pervitich haritası -ettirdiği bilinir ise de bunun yeri hakkında hiçbir ipucuyoktur.Tekfur Sarayı’nda görülen mimari süslemeyi 13-14. yy’lara mal eden yeni araştırmacılar ise eserin, VII. Mihael ‘in oğlu Konstantinos Porfirogennetos için yapılmış olabileceğini yine bir tahmin olarak ileri sürerler. Sağlam bir dayanağı olmayan bütün bu hipotezlere , şimdiye kadar hiç üzerinde durulmayan bir yenisi ilave olunabilir ki, o da İmparator I. Manuel Kommenos ‘un ilk eşi , Alman asıllı Eirene’nin isteği üzerine yaptırdığı, ‘’ Alman prensesin evi’’ denilen sarayın burası olması ihtimali yüksektir.Eski kaynaklarda, ‘’ pencerelerinden deniz,dışarıdaki arazi ve şehre hâkim manzara görülen ‘’ ve ‘’yüksek saray’’ olarak tarif edilen sarayın, aşağıda Haliç kıyısında bulunduğu iddia edilmekte ise de Tekfur Sarayı’nın bu tariflere çok uygun düşmesi ,onun bu ‘’yüksek saray’’ ile aynı olması ihtimalini kuvvetlendirir.Bu sonuncu görüş doğru olduğu taktirde,Tekfur Sarayı Bertha von Sulzbach ‘ın Bizans’ a gelişi (1146) ile ölümü(1160) arasında ,herhalde daha eski bir binanın ,belki de yine bir saray pavyonunun temelleri üstüne yapılmış olmalıdır.Ancak sonraları ,bilhassa 1261’De Bizans İmparotorluğu Latin işgalinden kurtulup ihya edildiğinde önemli bir tamir görmüştür.Nitekim K. Wulzinger tarafından yapılan bir incelemede ,binanın üzerinde iki ayrı tamir döneminin izleri tespit olunmuştur.Çok yıl önce, kaynakların yanlış tefsiri sonunda buranın, ordugâh önündeki Hebdomon Sarayı olduğu sanılmış ise de bu görüşün tamamen yanlışlığı , 1899’da A. Van Millingen tarafından ortaya konularak Hebdomon ‘un Bakırköy-Yenimahalle ‘De olduğu ispatlanmıştır.Tekfur Sarayı’na bazı eski yayınlarda 6.yy’ın meşhur imparatoru I. İustinianos ‘un ünlü komutanı Belisarios ‘la ilgili görülerek verilen Belisarios Sarayı adı da temelsiz bir yakıştırmadan ibarettir.Yüzyıllar boyunca Bizans imparatorlarının kullandıkalrı ve Sultanahmet meydanı ile kıyı arasındaki sahayı kaplayan Büyük Saray ,daha 12. yy’a doğru artık terk edilmiş ve yıkılmaya bırakılmıştı.Bu büyük kompleksten bugün sadece sahilde ,sur duvarı üstünde İustinianos Evi veya Hormisdas Sarayı denilen yapının kemerli bir parçası ile bir cephe kalıntısı ve Kutlugün (evvelce Karacehennem) Sokağı kenarındaki merdiven kulesi durmaktadır.Bizans ‘ın son yüzyıllarında kullanılan Eğrikapı-Ayvansaray arasındaki Blahernai Sarayı kompleksinden ise bugün yalnız Tekfur Sarayı denilen bu yapı ayakta kalabilmiştir. Tekfur Sarayı, fetihten sonra çeşitli maksatlarla kullanılmıştır.16. yy da Pirî Reis’in İstanbul resminde burası , üstünü örten çifte meyilli çatısı ve bitişiğinde burç üzerindeki balkonu ve bunu koruyan sundurmasıyla gösterilmiştir.yine 16. yy’da İstanbul ‘ a gelen Melchior Lorichs’in İstanbul panoramasında da bina sağlam bir halde ve üstü çift meyilli bir çatıyla örtülü olarak gösterilmiştir.Bu sıralarda da Tekfur Sarayı’nın hangi gayeye hizmet ettiği bilinmez.Yalnız,fil ahırı olduğuna dair bir kayıt vardır.P. Tafferner, 1688’ de Tekfur Sarayı’nı çatısız, üstü açık olarak görmüştür.İnkik’ten getirilen ustalara 1718 – 19 ‘da İstanbul’ da çini yaptırılması kararlaştırıldığında , Tekfur Sarayı yakınında bir çini imalathanesi kurulmuş, bu tesis 1724-25 de açılmıştır.Fırınların Tekfur Sarayı çevresinde bir yerde bulundukları tahmin edilmektedir.Burada yapılan çiniler, Tekfur Sarayı çinileri olarak Türk sanatında ayırt edilmektedirler.Küçük Çelebizade Âsım ‘ın Tarihi’nde kuruluşu anlatılan bu çini atölyesinin eserlerinin meşhur 1732 tarihli Sultan III.Ahmed Çeşmesi ile Eyüb’te 1725 de yapılan Kasım Paşa ve 1734’te inşa edilen Hekimoğlu Ali Paşa camilerinin iç süslemelerinde kullanıldığı genellikle kabul edilir.19. yy’ın başlarında ise burada bir şişehane açılmıştır.Aynı yüzyıl içlerinde Tekfur Sarayı bir ara ‘’Yahudihane’’ (Musevilerin toplu oturdukları sosyal mesken) olmuş,fakat burası 1864 ‘ de yanmıştır.Evvelce buralarda yaşayan Musevilerin sinagoğu (havra) , Tekfur Sarayı’nın az ilerisinde idi.içi duvar resimleriyle süslü olan bu önemli eser ne yazık ki son yıllarda tamamen ortadan kalkmıştır.Bir söylentiye göre ,Topkapı Sarayı hazinesindeki, ilk bulanın iki tahta kaşık karşılığında bir kaşıkçıya verdiği için ‘’ Kaşıkçı Elması’’ adıyla tanınan elmas ,Tekfur Sarayı içinde ,başka bir söylentiye göre , Yenikapı’da bulunarak, birkaç el değiştirdikten sonra IV. Mehmed zamanında (1648-1687) saraya girmiştir.
Mimari özellikleri
Tekfur Sarayı, eski sur duvarıyla Teodosios Surları arasına inşa edilmiş, üç katlı bir yapıdır(resim 2).Surun bir burcu ile evvelce arasında bir bağlantı bulunduğu ve burcun üst kısmındaki ,mazgallarla aydınlanan bir odanın , sarayın müştemilatı olarak kullanıldığı tahmin edilebilir.Türk döneminde Tekfur Sarayı ile bu burç arasında , bugün ortadan kalkmış olan ,kesme taştan büyük bir kemer inşa edilmişti.Bu kemerin klasik Türk mimarisi üslubunda olması ve hayli temiz ve itinalı işçilikle yapılmış bulunması , Tekfur Sarayı’nın Osmanlı döneminin klasik çağında pek ihmal edilmeyip,gösterişli bir biçimde kullanıldığına delil sayılabilir.Tekfur Sarayı’nın el alt katı , ikiz olarak düzenlenmiş dört kemerle öndeki avluya çıkan 17 m uzunlukta , yüksek bir bodrumdurBuranın evvelce iki dizi halinde sıralanan sütunlarla her biri birer tonozlo örtülü on iki bölüme ayrıldığı içerideki moloz temizlendikten sonra meydana çıkan sütun kaidelerinden anlaşılmaktadır.Ancak şehre bakan cephenin iç tarafındaki nişleri ayıran payelerin eksenleri,ortadaki sütunlara uymadığından ,bu duvarın alt kısmının daha eski bir yapının kalıntısı olabileceği akla gelir.Avluya açılan kemerleri taşıyan çifte sütunlar ile başlıkları ,son tamirde yeni olarak yapılmıştır.Fakat eskiden çizilen desenlerden ve moloz içinde bulunan bulunan bir parçadan ,sütunların üstlerinde aslında işlemeli başlıklar bulunduğu bilinmektedir.Bu bodrumun üstündeki birinci kat da dışarıdan sadece avluya bakan kemerli pencerelerden ışık almaktadır.Büyük kemerler içinde olan bu pencerelerin iç taraflarında,iki yanlarda,taş raflara sahip,niş biçiminde dolaplar bulunmaktadır.Herhalde yan taraftaki bir rampa yardımıyla çıkılan en üst katın ise dört duvarında da pencereler açılmıştır.Ahşap bir döşemesi olduğu tahmin edilen bu katın,Tekfur Sarayı’nın en itibarlı bölümü olduğu açıkca bellidir. 24x11 metre kadar ölçüsünde olan bu üst katın, Eyüb sırtlarına , Haliç ‘e ve karşı sırtlara,şehrin büyük bir bölümüne hâkim manzarası vardır.Doğu-güney köşede yükselen , eski sura ait burcun üstündeki mermer konsollar ,burada bir balkonun olduğuna işarettir.Bu balkonun varlığı Pirî Reis’in İstanbul minyatüründe de belirtilmiştir.En üst kattaki bir kapı balkona geçişi sağlıyordu.Güneye bakan cephenin ortasında bir şahnişin(çıkma) bulunmaktadır(resim 4).Bu,en üst kata ait ,tek kişilik bir ibadet hücresidir (şapel).Küçük bir apsisi ve minyatür bir kubbesi olduğu kalıntılardan anlaşılır.Tekfur Sarayı’nın üstünün evvelce kiremit örtülü,çifte meyilli ahşap çatıyla kapatılmış olduğu,bir tahmin olarak ileri sürülebilir. Tekfur Sarayı’nın şehre bakan güney Cephesi,kesme taştan,hiçbir süsleme olmaksızın yapılmıştır.Belki bilhassa alt kısmı daha eski olan bu cephenin yalnız en üst kat hizasındaki pencerelerin kemerleri taş ve tuğladan süslemelerle renklenmiştir.Avluya bakan cephe ise,bütünüyle işlenmiş ve bezenmiştir.Böylece Tekfur Sarayı’nın esas cephesinin bu taraf olduğu anlaşılmaktadır.Burada beyaz taş ile kırmızı tuğlanın renkli tesirlerinden faydalanılmıştır,iki katı ayıran friz ile kemer aralarındaki üçgen yüzeylerinde taş ve tuğlanın çeşitli geometrik motifler verecek biçimde kesilmeleri ve yerleştirilmeleri suretiyle zengin bir süsleme elde edilmiştir.Bu çeşit taş tuğla süsleme Bizans mimarisinde 10. ve 11. yy da başlamakla beraber 13. yy da yaygınlaşmıştır.Ayrıca kemerlerin etrafında özel olarak yapılmış ,gül biçimi verilmiş küçük süs çömleklerinin harcın içine saplanarak sıralanması suretiyle de değişik bir bezeme meydana getirilmiştir. Bu teknikte süsleme , Bulgaristan ve Sırbistantan’daki bazı eski yapılarda görüldüğünden bunun balkanlara özel olduğu sanılmıştı.Fakat aynı tekniğin İstanbul’Da olduğu kadar Anadolu’da bazı Bizans eserlerinde de kullanıldığı tespit edildiği gibi. Tokat’ta bir Türk türbesinde de rastlanmıştır.Böylece bu süslemenin Balkanlara has olmadığı ortaya çıkmıştı.En üst kat pencerelerin etraflarında evvelce mermerden profilli çerçeveler bulunduğu da kalan parçalardan öğrenilmektedir. Tekfur Sarayı’nın tek başına olmayıp bir saray toluluğunun bir parçasını teşkil ettiği ,az kuzeyde 30 -40 metre kadar ilerde bulunan ve sur duvarı üzerine oturan başka bir pavyonun,muntazan taş ve tuğla dizileriyle yapılmış cephe kalıntısından belli olmaktadır.Tonozlu ve kemerli bir bodrum üstünde yükselen bu yapıdan bugün sadece bir pencereye sahip ufak bir parça kalmıştır.Bu pencerenin birinin alınlığında evvelce dört ’’B’’ harfinden meydana gelmiş bir Bizans arması bulunuyordu. Geçen yüzyılın sonlarında bu taş yerinden çıkarılarak, Eğrikapı’da Panayia Suda Kilisesi’ne götürülmüştür.Tekfur Sarayı’nın muftelif yerlerinden eskiden görüldüğü iddia edilen Bizans ve Paleologoslar armalarından hiçbir iz olmadığı gibi , bu söylentilerin gerçeğe dayandığı da çok şüphelidir.Bizans imparator saraylarının ayakta kalabilmiş tek örneği olan Tekfur Sarayı , İzmir yakınlarındaki Kemalpaşa ‘da ki 13.yy ‘ a ait Laskarislerin sarayı ile benzerlikler gösterir.Dış süsleme bakımından ise ,Batı Almanya’da Lorsch Manastırı’nın 9.yy’dan kalma kapısıyla arasında uzak bir benzerlik kabul edilmektedir.Tekfur Sarayı ,İstanbul’un Bizans çağına ait en değerli eski eserlerinden olduğu kadar ,ayakta kalabilmiş bir Bizans sivil mimari örneği olarak da dünya sanat tarihinde özel bir yere sahiptir.yapım ve onarım çalışmalarıTekfur Sarayı 20 yy. başlarında dört duvardan ibaret bir harabe halinde bulunuyordu.Yalnız bu arada yıkılmasını önlemek için ,avlu cephesini taşıyan sütunlar demirden dikmelerle desteklenmişti.1955- 1970 arasında yapılan birkaç kademeli tamirde, bu demirlerin yerine yeni mermer sütunlar konulmuş ,duvarların yıkılan kısımları tamamlanmış,içeride ve ön avluda birikmiş molozlar tamamen kaldırılarak ,bina Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlanmış, avlunun ortasına ( maalesef sarayın cephe görüntüsünü bozan) bir bekçi evi yapılarak,burada bir müze bekçisi görevlendirilmiştir.Son yıllarda Tekfur Sarayı ‘nın üstünün kapatılması ve katlarının yapılması yolunda bazı tasarılar olmuş,hattâ bu hususta bazı projelerde çizilmiştir.
Şuanda Fatih Belediyesi’ne bağlı Ayvansaray Mahallesi’nde bulunan ve restorasyonuna 2005 yılında başlanan Tekfur Sarayı ve Anemas Zindanları’nda, belediye, çarpık kentleşme ve yığılma nedeniyle çöküntü haline gelen bölgeyi kentin kültürel belleğine geri kazandırmayı amaçlamıştı. İstanbul surlarının çevrelediği 1,5 hektarlık bir alanda bulunan Ayvansaray Mahallesi’nde yapılacak olan restorasyon çalışmaları çerçevesinde, Bizans döneminin ayakta kalan tek saray yapısı olma özelliğini taşıyan Tekfur Sarayı ile birlikte, gene Bizans döneminin en büyük saray komplekslerinden biri olan Anemas Zindanları’nın restore edilmesi amaçlanmıştı.İstanbul Büyükşehir Belediyesi restorasyon kapsamında temizleme çalışmalarına başlanan Tekfur Sarayı UNESCO heyetinin restorasyon çalışmalarını doğru bulmamasıyla çalışmalar durdurulmıştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder